Ben ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte güçlük çeken insanların yazarıyım.
Böyle diyordu bir röportajında.
30 yılı sürgünde geçen ve 54 yıla sığan kısa bir ömür. Dopdolu…
Doğduğu yerden uzak, doğduğu yerin sesine yakın bir hayat.
Hep uzun yolculukların insanı oldu. Sisler içerisinde, uçurumlardan seslendi.
Uzak ve yabancısı olduğu coğrafyalara gitmek zorunda kaldı.
Köklerinden, kültüründen, dilinden mahrum kaldı. İçindeki seslerle yaşadı.
Kah dengbej oldu, kah sınırlarda yürüyen bir kaçak.
En çok da içindeki sese tav oldu, tav oldukça içindeki ses de büyüdü, romanlara dönüştü.
Mehmed Uzun kimliğindeki bilgilere göre 1 Ocak 1953 yılında Siverek’te, toprak damlı bir evde dünyaya geldi.
Bir yanı Kurmanç, bir yanı Zazaydı. Kalabalık akraba çevresi, aşiretsel ilişkiler ve dedesinden aktarılan müthiş bir sözcük dağarcığı.
Güçlü bir bağ vardı, dedesiyle arasında. Sözcüklere, stran ve masallara dayanan bir bağ.
Dedesi gelince bir başka olurdu Mehmed, içi aydınlanır, sevinçten gözleri parlardı.
Dedesi de uzun paltosunun cebinden çıkardığı şekerleri Mehmed’e verir, onunla konuşur; sırlarını, yaşanmışlıklarını paylaşırdı.
Mem û Zîn, Siyabend û Hecê ve başka Kürtçe hikayeleri anlatırdı, Mehmed’te bir yetişkin gibi dinler, zihnine kaydederdi.
Mehmet Uzun’un annesi, babası ve kardeşleri / Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
Sonra annesinden, anneannesinden, babasından, evlerine gelen dengbejlerden dinlerdi hikayeleri.
Kalabalık bir aşiret ortamında büyüyor, toplumsal yapılarını sözlü anlatımlarla öğreniyordu.
Evlerinde hem Kurmanci, hem de Zazaki konuşuluyordu.
Anlatılan bütün hikayeler, yaşanmışlıklar sözle hayatına girer, dağarcığına bir bir yerleşir, sonra zihninin derinliklerinde kaybolurdu.
Yaşadığı çevrede her şey sözle başlar, sözle biterdi.
Sözün ustaları dengbej denilen, halk ozanlarıydı.
Dengbejlerin sesinden olaylar, aşklar, savaşlar, kahramanlıklar anlatılır, kuşaktan kuşağa aktarılırdı.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
Bu nedenle Mehmed çocuk yaşta olmasına rağmen, sözlü kültürün birinci yasası olan “ezber” aşamasını başarıyla geçiyordu, farkında olmadan.
Okul yaşına kadar her şey kendi doğal ortamında Kürdili hicazkar makamında gelişti.
Yedi yaşına geldiğinde devletin mektebine yazıldı ve hayatının ilk önemli durağı, siyah önlüklü yıllar başladı.
Heyecanlıydı, içi içine sığmıyordu her çocuk gibi. Hiç de kaygılı değildi, büyük bir istekle okul bahçesine gelmiş ve hayatının ilk şokunu yaşamıştı.
Siverek’te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz.
Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda Kürtçe konuşuyorduk.
Bir tokat attı İstanbullu yedek subay öğretmen, Türkçe konuş diye.
Ama Türkçe bilmiyordum ki…1
O tokat yüreğine kadar tesir etti, içindeki sesi incitti ve ölümüne kadar etkisini gösterdi.
Mehmed Türkçe bilmiyordu okula başladığında. Birçok arkadaşı aynı durumdaydı.
Yediği tokattın yaratığı iç buruklukla okula devam etti ve kısa sürede içine gömülerek; okumayı, sonra da yazmayı öğrendi.
Böylelikle okumaya merak saldı daha ilk yıldan, sonra çizgi romanlar hayatına girdi.
Okuma serüvenini bu romanlarla sürdürdü, olağanüstü bir çizgi roman merakı hayatını kapladı.
Babası çizgi roman okumasına önceleri ses çıkarmasa da, bir süre sonra sıcak bakmadı ve derslerinden geri kalır diye okumasına yasakladı.
Buna rağmen Mehmed için gizli okuma günleri başladı, çizgi romanlar biriktirdi, akrabalarının, komşularının evlerinde okumaya devam etti.
İlkokulu bitirdiğinde artık bir sandık dolusu Teksas, Tommiks çizgi romanları vardı.
Bir de futbolu çok sevdi Mehmed. Siverek’in dar ve dolambaçlı sokaklarında, plastik topun peşinde az koşmadı. Mahalle arkadaşlarıyla takım bile kurdu.
Liseye geldiğinde ise toplumun geneline sirayet eden siyasal atmosferden o da etkilendi.
Çok sayıda sol ve sağ parti ve fraksiyon olduğunu gördü, onları takibe alarak, futbolu, çizgi romanı hayatından silmeden yoluna devam etti.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
O yıllarda siyaset ülke genelinde ateşten gömlek idi; devrime giden yol ise, duvar yazılarından geçiyordu.
Bu nedenle bütün legal, illegal; sağ, sol örgütler, duvar yazısı eylemleri koyuyor, kentlerin duvarlarını devrim, karşı devrim sloganlarıyla dolduruyordu.
Ülkenin her tarafından iç kargaşa ve kavga haberleri yayılıyor, ülke derin krizlerle sarsılıyordu.
Kriz sadece sokakta değildi. Devletin derinliğinde de krizin ayak sesleri geliyordu.
Takvim yaprakları 12 Mart 1972 tarihini gösterince, bazı üst düzey kuvvet komutanları 12 Mart Muhtırası vererek, hükümetinin çekilmesi sağladılar, yerine Nihat Erim’i getirdiler.
Muhtıra, hükümete karşı yapılsa da, asıl sokaklar karışacak, toplu gözaltı ve tutuklamalar başlayacaktı.
Siverek tam da bu dönemde içten içe kaynıyor, duvar yazıları bu hareketlenmenin, yan yana gelmenin yansıması oluyordu.
1972 yılının bahar gecelerinin birinde, duvarlara yazılan, toplumsal özgürlük içerikli yazılar nedeniyle çok sayıda genç gözaltına alınma kararı devreye sokuluyordu.
Gözaltına alınıp, tutuklanan 28 genç arasında henüz 18’ine giren ve futbol arkadaşlarının arasında çizgi roman kahramanı Tommî olarak adlandırılan Mehmed Uzun da vardı.
1972 yılında tutuklandım, Kürtçülükten. 18 yaşındaydım.
Duvarlara yazılar yazılmıştı Siverek’te. 28 kişi birlikte Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne gönderildik.
Kürtçeyle ilk ciddi tanışmam böyle oldu. Herkes vardı hapishanede.
Tarık Ziya Ekinci, Mehmet Emin Bozaslan, Musa Anter, Ferit Uzun…2
Mehmed Uzun’un ikinci durağı cezaevi olmuştu. Okuldan sonra hayatında derin izler bırakacak günler başlıyordu böylelikle.
Musa Anter, kuzeni Ferit Uzun, Tarık Ziya Ekinci, M. Emin Bozarslan ve çok sayıda dengbejle karşılaşması hayatına radikal bir yön verdi.
Dört duvar arasında Kürtçe okuma yazma öğrendi, ideolojik tartışmalara katıldı. Hayatındaki Tommi buharlaştı, yeni kişilikler yerleşti ruhuna.
En çok dengbejlerle arkadaş oldu, dedesinin, anneannesinin sesini dile getiren dengbejlerle sıkı bağlar kurdu, onların söylediklerini zihnine kaydetti.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
Kısa bir zamanda yepyeni bir insan oldu, o artık olaylara sol çerçeveden bakan, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını bahseden birisiydi.
Cezaevinde bulunanlardan her birisinden bir şeyler aldı, heybesini doldurarak 2 yıl sonra tahliye oldu ve baba ocağı Siverek’e döndü.
Hayat devam ediyordu. Duvar yazıları, siyasi karmaşa ve devrim şarkıları, her şey mecrasında yol alıyordu.
Kararını vererek, üniversite okumak için Ankara yolunu tuttu.
Tommi Mehmed duvar yazıları yazmış mıydı bilinmez ama cezaevi kendisini tamamıyla değiştirmiş, çizgi roman okuma alışkanlığını da sonlandırmıştı.
Yerine daha kalın, daha ideolojik kitaplar başucundaydı.
O artık felsefi ve ağır politik yazılar okuyor, yazıyordu; Rızgari adlı politik derginin yazı işleri sorumluluğunu üstlenerek, siyasal faaliyetlere katılan birisi oluyordu.
Mehmed Uzun Rızgari ekibi ile birlikte / Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
Dergi daha çok Kürt orijinli yazılara yer veriyor, başta İsmail Beşikçi ve sisteme muhalif kimlikli yazarlar katkı sunuyorlardı.
Bu nedenle de dergi hakkında sık sık davalar açılır.
Çok geçmeden dergide yayınlanan yazılar nedeniyle Mehmed Uzun üç yıl cezaya çarptırılır, hükmün kesinleşeceğini düşünerek, Türkiye’yi terk etme çıkma kararı alır.
Arkadaşlarının yardımıyla 1977 yılında kaçak yollardan önce hayatının üçüncü durağı olan Suriye’ye geçer.
O gece sınırı arkamızda bırakıyorduk… Yüzümüzü uğura çevirmiştik, sırtımızı feleğe…
Saatler süren bir yürüyüşten sonra sınırın öte tarafına geçtik. Bu yürüyüş zamanın ve hayatın sıfır noktası üzerindeydi.
Hem zaman, hem de hayat o sıfır noktasında duruyordu. Sınırı geçtiğimizde tekrar bir başka zaman ve hayat noktasına ulaşmış olduk.
Sınırı arkamızda bıraktığımızda döndüm ve bir kez daha arkama baktım. 3
Bir süre burada kaldı. Kaldığı sürede bir çok Kürt şahsiyet tanıdı, hikayelerini dinledi, evlerine konuk oldu, kendisi gibi kaçaklarla kaldı, sonra Suriye’den de ayrılarak zar zor, bin bir zahmetle ve yine kaçak yollardan dördüncü durak İsveç’e gitti.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
Suriye yolculuğu boyunca şiirler yazdı, dengbejlerin anlatımlarını içselleştirdi.
Siverek’te başlayan yolculuk, uzak deniz aşırı bir ülkede bulmuştu kendisini. Dil bilmiyor, kimseyi tanımıyordu.
Köklerinden kopuşun bütün sancısını yaşıyor, içindeki seslerin çığlıklarını duyar gibi oluyordu.
Siverek’ten uzaktı ama dedesinin silueti, sözcükleri ve stranları kendisiyle İsveç’e sürgün gelmişti.
Pencereden, kapıdan gözlüyor, gölge gibi Mehmed’i izliyordu.
Sürgünlük yılları bin bir zahmet ve sorunlarla başladı.
Bir süre siyasetle alakasını sürdürdü, politik dergi ve gazetelerde siyasi yazılar yazdı; Kürtçe yazılar yazmaya heveslendi ve bir süre sonra da siyasal çalışmalardan tümden çekildi, kendini içindeki sese verdi, politik arenadan koptu.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
İçinde yer aldığı siyasal çevrelerden birçok eleştiri alsa da, siyasete mesafeli durdu, kendini edebiyata adadı.
Söylenenlere, yazılanlara kulak kapattı, kendi yolunda ilerlemeye, Kürtçe roman yazma amacına yoğunlaştı ve 1985 yılında ilk Kürtçe romanı olan Tu (Sen)’yu yayınladı.
2007 yılında ölümünden kısa süre önce Hasan Cemal’e yutkunarak verdiği röportajında şöyle diyordu:
Kürtçe roman yazmaya başladığım zaman elimde Musa Anter’in 1960′larda hapiste hazırladığı incecik bir sözlük vardı.
Bir de Mehmet Emin Bozarslan’ın sözlüğü, 19. yüzyıldan kalma bir sözlüğün çevirisi…
Türkiye’ye gelemiyordum. Daha çok Suriye’ye gidip Kürtlerle, halktan insanlarla, amatör şair, şarkıcılarla, Dengbejlerle birlikte oluyor, Kürt dilini keşfediyordum.
Çiçeklerin, ağaçların, kuşların Kürtçe isimlerini öğrenip kaydediyordum.
Diaspora’da benden önce yapılmış Kürtçe edebi çalışmaları, dergileri, kitapları tarıyordum.
Mehmed Uzun içindeki sesi dinlemiş, İşveç gibi uzak bir ülke de Kürtçe roman yazarı olmuştu.
O artık tanınan, bilinen, okunan bir edebiyat insanıydı.
Bundan sonra ki ömrü içindeki sese, ses katmakla geçecekti.
Mehmed Uzun bu süreci şöyle ifade ediyordu;
Yazarlığım, varlığım sürgün geleneğine çok fazla bağlı.
Aidiyetlerimin en önemlilerinden biri de budur; ben sürgün edebiyatına ait bir yazarım.
Ve o sürgün geleneği ile benim kişisel deneyimlerim olmasaydı orada mümkün değil bu yazarlık kurulmayacaktı.
Mehmed Uzun, hayatının en verimli yıllarında, 52 yaşında kanser olduğunu öğrendi.
Üç günlük ömrü kaldığı söylendiğinde içindeki sancı ve seslerin çığlıkları iç içe geçti.
Tedaviye başlanılsa da, umut yoktu.
Eve döndüğünde kara haberin etkisini ortadan kaldırmak için, bütün siyah renkli eşyaların kaldırılmasını istedi.
Siyah renk adına hiçbir şey evde kalmadı.
Birkaç doktora daha gitti, sonuç, ilerlemiş mide kanseriydi.
Bütün doktorlar aynı önerilerde bulunuyorlardı: Şehirden uzaklaş, dağın başında huzurlu bir ortama çekil, ailenle, çocuklarınla zaman geçir.
Mehmed Uzun bunun ne anlama geldiğini biliyordu ve zaman geçirmeden son günlerini doğduğu topraklarda geçirme niyetini netleştirerek, Diyarbakır’a gitme kararı aldı.
Fotoğraf: Mehmed Uzun aile arşivi
2006 yılının temmuz sıcağında Diyarbakır’a indiğinde yürüyemeyecek kadar bitkin ve hastaydı.
Uçaktan iner inmez atmosfer değişmişti, iki bine yakın insan kendisini havaalanında karşılamaya gelmişti.
Gazetecilerin uzattığı mikrofonlara “Ben ölmeye değil, yaşamaya geldim” deme gücü ve morali buldu kendisinde.
Diyarbakır’daki dostları, akraba ve arkadaşları, tanıdığı, tanımadığı çok sayıda insan, Uzun için seferber olur.
Yattığı hastanenin karşısına devasa bir fotoğrafını asarak moral verir, çok sayıda ziyaretçisi olur.
Tanınan kişilerin yanında, halktan, uzak köy ve kasabalardan insanlar hastaneye akın eder.
Din adamları, sanatçılar, siyasetçiler ve en çok da dengbejler hastalık boyunca hastane bahçesinden ayrılmaz.
Gençler, öğrenciler, bütün Diyarbakır adeta seferber olur.
Üç günlük ömür biçilen Memed Uzun, doktorlara inat, bayağı toparlanır. Hastaneden çıkarak, Karacadağ eteklerinde hazırlanan evine yerleşir, hatta iadeyi ziyaretler bile yapar.
Doğduğu Siverek’e giderek Fırat Vadisini gezer. Artık morali yerine gelmiştir.
Çok sayıda röportaj verir, yazacağı kitaplar üzerinde düşünür.
Mutlu ve bahtiyardır artık.
Ama henüz tam iyileşmediğini de bilir, buna rağmen yaşama sevincinden bir şey kaybetmemek için direnir, hayata sımsıkı sarılır.
15 ay dopdolu yaşar, akrabalarıyla, dost ve sevdikleriyle, dengbejlerin sesleriyle buluşur, onları tekrardan dinler.
Yorulmuş, yorgunluk belirtisi artmıştır. Bu nedenle hastalığının yeniden aktifleştiğini anlar. Bunun üzerine tekrar hastaneye yatmak zorunda kalır.
Ama artık çok geçtir. 15 ay boyunca dolu dolu yaşadığı ve doğduğu topraklardan ayrılma zamanı gelmiştir.
Vasiyetini ifade eder;
Yaşar Kemal, Şerefettin Elçi ve Osman Baydemir cenazemde konuşsun.
Ve 11 Ekim 2007 tarihinde bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya yatar ve hayata veda eder.
İçindeki ses ise çığlık çığlığadır, hep de öyle kalır; kitaplarından seslenmeye devam eder.
Cenazesi iki gün sonra başta Yaşar Kemal olmak üzere çok sayıda yazar, sanatçı, siyasetçi ve kalabalık bir kitlenin katılımıyla Dicle kıyısında bulunan mezarlığa defnedilir.
Geriye 22 dile çevrilmiş, 7 Kürtçe roman, onlarca röportaj, deneme ve onlarca ödül kalır.
Kürtçe, Türkçe ve yaşadığı ülke olan İşveç dilinde kitaplar yazan Memed Uzun içinde ki sese, ses katarak edebiyat dünyasında ki yerini alır…
1 Hasan Cemal röportajından.
2 Hasan Cemal röportajından
3 Mirina Kalekî Rind” Şeyhmus Diken Mehmed Uzun ya da şehrin edebiyatı adlı yazısından
Hayatı
1977 yılından beri İsveç’te yaşayan Uzun, Kürtçe, Türkçe ve İsveççe yazdığı kitapları yirmiye yakın dilde yayınlandı.
1985 yılından bu yana romanlarını kaleme alan Uzun hakkında, Türkiye’de çok sayıda dava açıldı.
1981’de Türk vatandaşlığından atıldı ve 1992 yılına kadar Türkiye’ye gelemedi.[1]
Uzun yıllar İsveç Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. Ayrıca İsveç Pen Kulübü ve Uluslararası Pen Kulüp’te aktif çalıştı.
İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği’nin de üyesi olan Uzun’un bugüne kadar çok sayıda Kürtçe roman yazdı.
Mehmed Uzun, “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” romanı ve “Nar Çiçekleri” adlı deneme kitabı ile ilgili olarak 2001 baharında yargılandı.
Uzun süredir yakalandığı mide kanseri nedeniyle tedavi gören ünlü edebiyatçı, 11 Ekim 2007 günü Diyarbakır’da yaşamını yitirdi.
13 Ekim günü Diyarbakır Ulucami’de kılınan cenaze namazı ardından, cami önündeki kalabalığa sırasıyla Yaşar Kemal, Şerafettin Elçi, Ahmet Türk ve Osman Baydemir’in yaptığı konuşmaların ardından Mardinkapı Mezarlığı’na defnedildi.
Eserleri
- Tu (Sen), Roman, (1985)
- Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Rind’in Ölümü), Roman, (1987)
- Siya Evînê (Yitik Bir Aşkın Gölgesinde), Roman, (1989)
- Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Evdalê Zeynikê’nin Günlerinden Bir Gün), Roman, (1991)
- Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına Giriş), İnceleme, (1992)
- Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi), Denemeler, (1993)
- Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı), Destan-Ağıt, (1993)
- Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç’te), Edebiyat Antolojisi, M. Grive ile Birlikte, (1995)
- Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi), Antoloji, iki cilt, (1995)
- Bîra Qederê (Kader Kuyusu), Roman, (1995)
- Nar Çiçekleri, Deneme, (1996)
- Ziman û Roman (Dil ve Roman), Söyleşiler, (1997)
- Bir Dil Yaratmak, Söyleşiler, (1997)
- Dengbêjlerim, Deneme, (1998)
- Ronî Mîna Evîne – Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık), Roman, (1998)
- Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler, Deneme, (2002)
- Dicle’nin Sesi I – Hawara Dîcleyê (Dicle’nin Yakarışı), Roman, (2002)
- Diclenin Sesi II – Dicle’nin Sürgünleri, Roman, (2003)
- Ruhun Gökkuşağı, Roman, (2005)
Ödülleri
- Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü (Türkiye Yayıncılar Birliği, 1985)
- Berlin Kürt Enstitüsü Edebiyat Ödülünü (roman sanatına ilişkin belirleyici katkılarından dolayı)
- Torgny Segerstedt Özgürlük Kalemi Ödülü (edebiyat ve sözün özgürlüğüne ilişkin duruşundan dolayı)
- Stina-Erik Lundeberg Ödülü (İsveç kültür yaşamına sunduğu katkılarından dolayı, İsveç Akademisi, 2002)
Kaynak: Independent Türkçe
Şeyhmus Çakırtaş Belgesel Fotoğrafçı, Blog Yazarı cakirtasseyhmus@gmail.com